Paramla rezil olacağım, Elie’yi getirin!

24/08/2011 § 1 Comment

Hakkaten, “paranla rezil olmak” eyleminin, hafiften, şöyle içten içten bir havası, bir karizması yok mudur sizce de? Yani bastırırsınız parası neyse, saçarsınız liraları euroları; ve yine de o iş bir güzel elinize yüzünüze bulaşır kalır ya… Hani hep başınıza gelir ya canıııım, ONU diyorum işte !

Aşağıda göreceğiniz üzere, ben liraları, euroları, ya da Lübnan’ın para birimi her ne ise onu; köprünün tepesine çıkıp aşağı saçmak suretiyle tüketim toplumun çarklarına iade etmeye niyetlensem BİLE; eğer yapmadıysanız bir zahmet izlemenizi rica edeceğim yukarıdaki videoda, dişi ırkının canına kastettiğini düşündüğüm ve “elbise” demeye moda hatta tasarım alemi adına utandığım şeylere elimi yine de süremeyecekmişim! Bak sen… O köprü Sen ya da Litani nehri üzerinde olmadığı sürece, tabii. İlla Paris’e ya da Beyrut’a mı gidelim yani sayın Elie Saab?

Oraya gidince de meydanda bir zahmet sorun göstersinler diyorsun bir de.

Eee… paranla rezil olacaksan da, adabı var elbet.

Ben yapmazdim boyle seyler ammaaa…

01/03/2011 § Leave a comment

Sakal ve Christian Bale sevgimi toplamaniz hatta carpmaniz halinde bile su manzaraya tahammul sinirimin biraz altinda kaliyor korkarim. Hafiften dokunabilirsin artik onlara, saygilarimla.

Reklamlara gir hemen reklamlara… Neydi o, love is reddd… love is reddd… (Allahim hangisi daha buyuk iskence, bana bir isaret ver?!)

O mikrofonu eline almayaydi iyiydi. Hatta bu red karpitin en iyisiydi… Yani gercekten, kendini seslendirmekten aciz yurdumun aktorlerine karsilik olarak, bize defalarca gosterilmis olunan uzere, gercek sanatci kismisinin ‘catir catir rolunu yaparken ayni zamanda mukemmel dans da edebilen ultra basariyla sarki da soyleyebilen asmis insan’ profilini, kendimi zorlasam da gormeden edemedigim, aci ceken canindan bezmis yuz ifadesi ile yerle bir etmis olmasi buyuk olasilikla seksenucuncu oskarlarin en buyuk ironisiydi.

O sadece ben miydim, yoksa benden baska Natalie-severler de bu fotografa bakinca bir an  ‘anne bak, hem  bebegim olcak hem de odulum, ustelik mor elbisem ve topluklu ayakkabilarim da var, baaak’ seklinde bir konusma balonu gorur gibi oldu?

Onlari cogu insan gormedi, ama ben hususi arayip buldum. Bizzat Vanity Fair Oscar After Party at the Sunset Tower cikisinda bekledim, valla.

Her torende en az birinin yapmasi gerektigi uzere, bu yil da Amy Adams babane modasini temsilen geceye katilim gostermisti.

Iste bu ilginc bir enstantene. Caption’ina dokunmadan goturuyoum.

Babane modasi demisken, bana siddetle kendisinin porselenlerini hatirlatan bu Givenchy elbiseyi ancak ve ancak Cate Blanchet gibi sahsina munhasir bir hatun bu kadar ‘exquisite’ tasiyabilirdi herhalde. Oyle bir tasimis ki, ‘exquisite’i Turkcelestirsem bile porselen kirilacak sanki… aman.

Bu da bu yazinin bonusu olsun:

Puset beğenen bunu da beğendi de… bana ne oluyor?

24/03/2010 § Leave a comment

Neredeyse çevremde hiç çoluk çocuk yok diye üzüleceğim… Ama neredeyse.

Zaten; giymediğim bluzları, takmadığım çantaları, kullanmadığım duvar takvimlerini, asla yakmadığım mumları, koyduğum yeri hatırlamadığım kitapları, gazeteciden geldiği gibi kağıt çöpüne giden dergileri, okunmak üzere alınıp artık sadece arşivlenebilecek  gazeteleri, izlenmemiş ve kimi belki bugün kült olan filmleri; kısacası şu an “ne zaman” “nereden”i geçtim,  alıp almadığımı bile bilmediğim tüm muhtelif eşyaları bir kenara koyunca – evet dağ ediyor, fakat konumuz değil –  bu koleksiyona iki üç Küçük Istanbul tişörtü daha eklenmiş, çok mu?!! diye düşünmek istiyorum!

Ne de olsa en kötü ihtimalle giyilmemiş büyüklerinin yanında, en iyi ihtimalle de aynamın tepesine iliştirilmiş askıda yerlerini alacaklar!

Ben de salya sümük/patik/biberon/kundak/puset/çıngırak/mama önlüğü/pişik kremi-free bir hayata devam edeceğim!

When a shoe is not just a shoe

12/02/2010 § Leave a comment

Düşünmeden edemiyorum…

Aslında hep kendi düşmekten korktuğu için mi, üzerinde durmamak adına yaratılmış bir dünyayı düşledi durdu hep, ölesiye?

Tanrım, bunu geri getirme!

21/11/2009 § 1 Comment

Rihanna Brings Back the Fanny Pack.

‘Muhtelif en’ler diyarı

04/11/2009 § 3 Comments

Hayatımın hatrı sayılır bir süresi boyunca, gittiği yerden dönmeye meraklı insanlardan oldum.

Tatile ‘otobüsle gidildiği’ yaşlarda, 12 küsür saat boyunca dilime iki cümle pelesenk olurdu. “Denize geldik mi anne?” “Hadi inelim anne!” Misafirlikten istisnasız her zaman “çocuk işte, tutturuyor” cümleleri akabinde kalkılırdı. ‘Yaz tatilinden sıkılmak’ diye bir mevhumumuzun olduğu zamanlarda,  “İstanbul’u özledim ben!” diyerek döndüğüm ve uyumadan kendimi çarşısına pazarına attığım bir takım geçmiş günler, henüz silinen anılarım içinde bile değil.

Her gidişin dönüşüne hasret bünye ufak ufak büyüdü. Ve gidebilecek sınırlar da büyüdüğü halde onunla beraber; kalmak ve korumak her defasında gitmeyi ve yeniden yapmayı nakavt etmeyi başardı.

Sonra bir gün, o bedeni kış uykusundan uyanmış buldum; ve daha önce neydim bilmiyorum, ama artık kuştum. İçim kanatlanıp uçmuştu. Ayaklarım yerden kesilmişti.

Bazı şeyleri, neden bildiğini bilmeden bilirsin ya… Garip bir histir. Onun neden öyle olduğunu, ya da senin bunu neden bildiğini bilmez; sadece öyle olduğunu bilirsin. Hayatın boyunca bütün şehirler sana evini özletse de, bir gün bir tanesine ayak bastığında, ondan evini özlediğin için ayrılmayacağını bilirsin mesela. Bu, o şehir olduğu için böyledir. Ve o gün ayak bastığın için böyle. Birinden biri olmazsa, olmaz.

Bugün bakıyorum, ve hatırası üzerinden geçen bir yılın sonunda yine karıncalanmakta olan Amerika’ya; hayatımın yarısından çoğunu uzaktan soluyarak geçirdiğim havasını orada koklamaya ya da boğazıma çocuktan yerleşmiş aksanını kendimden orada işitmeye değil; belki sadece dönmek istememenin nasıl bir his olduğunu anlatmak için gitmiştim. Hayatımdaki en uzun uzak, en uzak uzak, en soğuk – donarak öleceğini düşündüğün kadar soğuk – uzak olmasına rağmen; ki sonuncusu fabrika ayarlarım açısından çok çetrefilli bir durum oluşturuyor.

Demek oluyor ki, dönmek istememek için; ‘muhtelif en’ler diyarın neresi ise oraya gitmek, ve orada öleceğine ciddi ciddi inandığın bir takım dakikalar geçirmiş olmak gerekiyor.

NY 1Times 3NY 3NY2LV 1GC 1

Muhtelif, açıklamaya kalkamayacağın bir çok sözün üzerini örter, yerine tek bir söz koyarak, evet.

Ve hayır, Londra’ya henüz gitmedim.

Giyilebilir battaniye yaşasın!

03/11/2009 § Leave a comment

battaniye

Şu an ihtiyacım olan en “muhtelif en”; en sıcak.

No land

22/10/2009 § 1 Comment


A wish …, originally uploaded by blurredfoto / Aron.

Epey süre düşündüm, nedir diye. Ve nasıl olur da, bu şekilde olur.

Durup dururken seni beklemediğin bir anda, alakasız bir yerde, mesela saçmasapan bir filmin ilgisiz bir sahnesinde yakalar. Daha evvel defalarca duyduğun bir şarkıdır, veya kulağına çalınmış bir melodi, ya da bir yerlerde muhakkak tanışmış olduğun bir şiirin dizesi. Ve kısacık bir anda; gözlerinde tuhaf bir ıslaklık bırakarak, en az geldiği kadar ani ve gizli kapaklı bir biçimde, gider- nereden damladığını anlayamazsın bile. Derler ya, sanki içinden şeytan geçmiştir. Ya da bulut demek daha doğrudur belki.

Sonra bakarsın, ilgisiz, alakasız, saçmasapan sandığın şey aslında son derece ilgili, alakalı ve anlaşılırdır. Sadece, onun içinde ateşlediği fitilin ucunu bulmanla gözlerini silmen arasında geçen süre standardın biraz üzerindedir, o kadar.

Oraya uzanırsa kolun eğer, o kadar dip bucağa erişebilirsen şayet, göz yaşının şıpladığı tabana neyin çöreklendiğini de görüsün. Gelir eline. Kokusu, tadı, dokusu her defasında farklı olsa da; yalnızca bir tane adı vardır; ve hiç değişmez. Teslim olmak. Teslim olmak, hayattaki en tatlı huzurdur aslında.

Sonra düşünürsün. Ölüm teslimiyetlerin sonuncusu değilse, nedir? Ve ölene kadar, sıkılmadan yorulmadan teslim olmaya adanmışızdır. Ve her teslim oluşu iple çekeriz, çoğu zaman bunu anlamadan. Hatta tam aksini düşünerek. Aksi değilse de, başka bir türlüsünü sanarak.

Aşık olduğumuzu sanırız mesela, gönül bir asi duruşa, ısrarlı bir bakışa, bir hesapsız harekete düşüverir. Bir filmde bir adam bir kadını tutar çeker kolundan, anlamsız kalabalığın zorlama salınımlar içinde oradan oraya sürüklendikleri izbe dans pistinden kurtulmuştur kadın; mest olmuş bakakalırız. Allahım ne aşk. Nasıl bir tutku! Her birimiz tek tek dibini düşürerken, en azından bir anlığına, böylesi bir heyecan tufanına kapılıp gitmek için; aslında dua etmekteyizdir, o görünmez el tutup her birimizi kendi yığınından çekip alsın, üzerindeki tozu üflesin ve boş bir rafa kaldırsın diye.

Aslında tutkuyu ve heyecanı değil; tutkuyla ve heyecanla huzur ve güven dolmayı isteriz. Hep. Bir süs biblosu kadar çekimser, kayıtsız ve edilgen olabilmeyi; hayatta bu seçeneğe sahip olabilmeyi dileriz. Yorulduğumuzda, sandalı kıyıya çekip düşünmeden teslim bayrağını çekebilmeyi …

Ama bazen kıyı uzaktadır. Görünürden kaybolup gitmiştir. Ve uçsuz bucaksız denizin ortasında olup, orada kalmak gerekir işte; sandalı da, kıyıyı da, bayrağı da görebilmek için.

Biraz daha çiçek

17/08/2009 § Leave a comment

Zaten güzel olan birşey, her zaman daha da güzel olabilir.

Önceki muhtelif hikayede ne oldu?
Across The Universe

Across The Universe

17/08/2009 § Leave a comment

Hep yalnış zamanlarda yalnış filmler mi izlenir?

Hayatım boyunca, “tekrar tekrar izlemek” istediğim filmi bekleyip durdum.

“Tekrar tekrar okumak” istediğim kitap arayışı bundan 10 yıl önce Catcher in the Rye’ı bulduğumda – daha doğrusu o beni bulduğunda- son bulmuştu. O zamandan bu yana 4, 4,5, 5 kere okuduğum ve zaten çok sağlam olmayan kitap; kapağının sağ üst kısmı noksan halde şu an kardeşimin başucu kitabı olarak hayatını sürdürüyor… Zaman zaman yığınların arasında gözüme çarpıyor; ve eskidikçe, yırtıldıkça daha değerli hale geldiğini düşündürüyor bana. Yıllar içinde daha gerçek hale geldi.

Giriş cümlesini, hatta giriş paragrafını ezberlediğim bir kitap bulmuştum, ama başucu filmim gelmek için bugünü bekliyordu. “Is there anybody going to listen to my story” dediğinde, “dinleyeceğim… ve bir değil çok çok kez ” diyecektim. O an. Bilmeden. Henüz bir kez bile dinlemeden.

Önceki muhtelif hikayede ne oldu?
Müesseselessness

Where Am I?

You are currently browsing the muhtelif "en"ler category at Muhtelif Hikayeler.